ÜNİVERSİTELERİMİZ
Kars DOLUNAY Derneği Engelliler Birim Başkanı Faruk OCAK
Her üniversite savaştan çıkmış gibi... Savaştan çıkmış gibi üniversiteler sadece taş bina olurken, profesörlerimiz de bilimin perhizi içinde... Endişe içindeyiz... Hepimiz boşa geçen günlerle kan kaybetmeye devam ediyoruz. Çırpınış ve feryadımız bilimle ilmin yokluğu… Çünkü üniversitelerimizin kapıları adeta yosun bağlamış... Yosun bağlamış kafalarda Akif ve Nazım’ın kitapları yok. Bu iki yurtsever yeni kanatlanacak gençlere yol gösterme arzuları kütüphanelerin tozlu raflarında... Gençler karşısında Akif ve Nazım hala kütüphanelerin raflarında memleket için kavga ediyor. Kavgaları memleketteki gençliğin şahsiyet ve kişiliğiyle bağımsızlığa kavuşması... Ama ikisi de hakkını savundukları gençliğin haksızlığına uğramakta. Ne acıdır ki ikisi de bugün üniversite dersliklerinde yok. Açıkçası ikisinin de memleket için sarf ettiği ve harcadığı zamana acımak gerekiyor. Çünkü mes'uliyetsiz üniversite adamlarının karşısında Akif yobaz olarak kaldı Nazım da kavgacı...
Belki ikisi de farklı cenahlarda mücadele etti. Sağın ve solun farkıyla kendilerini milliyetçilikle yüklediler... İkisi de okununca gelişmesi istenen memleket idi. Memleket evladına ciddi ve kişilikli şahsiyet kazandırmak için kendi kişiliklerini feda ederek savaştılar. İkisinde de derbederlik ve hep yorgunluk kaldı. Yorgunluk ve derbederliğe rağmen her zaman genç ve delikanlı kaldılar...
İkisi de zorluklarını bildikleri görevi severek edinmişti. Edep ve edebiyatla beraber memleket için kavgaları hiçte eksik olmadı. Ben de edip ve edebiyatla memleketimin kurtuluşuna hayatlarını vakfedenlerden edebiyatla birlikte mücadele etmeyi öğrendim... Sefaleti yüklenmiş, maddiyattan ve iyi yaşam şartlarından ikisi de yoksunken, ben de öyle kaldım... Daha doğrusu toplumu iyi haslet ve iyi şartlara kavuşturmak için olanların bitmeyen mücadele dolu kavgaları... Ne yazık ki sefaleti yüklenerek kendilerini insanlığa feda eden iki kişi olarak kitaplarda kaldılar.
Benim de içimdeki aydınlık, onların kitaplarının aydınlığı idi. Yıllar yılları kovalarken, onların kitaplarında aydınlığı aradım. Ve beni aydınlatan ışıklarını yazıya dökmek istedim. Eğer kitaplarının ışığında intibak kabiliyetim olmasaydı niye onlarla uğraşacaktım ki? Peki benim satırların muhatabı kim olacak? Arkadaşlar okuyor muydu? Arkadaşlarıma her zaman süslü oyuncaklar alınmıştı. Bana da almışlar mıydı? Almışlarsa da hiç hatırlamıyorum. Karşımda oyuncaklı arkadaşlar hep kibirli ve hep yeni görmüşler gibiydiler... Ve yeni görmüşleri oyuncaklarıyla bırakıp onların yerine kitaplara sarıldım. Sarılmam bana mükafat oldu. Sakin bir hayattan zorluklarıyla debdebeli bir hayata geçer gibi başakları süslemek için gerçekleri aramaya başladım. Gerçekler kızgın ateşti. Ateşteki yüreğimi müşfik yazarların avuçlarında dinlendirmeye bırakmak için ayaklandım. Ama benimki hep meçhul ve hep kabul görmeyen yazarlık oldu. Allah da biliyor ki satırlarımda hep haklı söz sahibi olarak kalmak istedim. Birbirine benzeyen ve benzemeyen satırların inceliklerinde gerçeklerle beraber şüphelerimi de araştırdım. İnce noktaları ve ayrıntılarda gizli olan gerçekleri birbiriyle sadece konuşturmak oldu görevim. Görevimle yılların sisi ardında unutulmuşken, yine de arkadaşların çehrelerini hatırlar gibiyim. Cıvıl cıvıl olan arkadaşların hizmet aşkı yokken, kabul görmesem de kabulü beklenecek kadar da samimi ve dürüstlüktü benimki... Eğer fırsat verilseydi belki de fidan iken, gittikçe büyüyen ağaç olacaktım. Kabul görüp arkadaşların bir dostu olarak yine de meyveli ağaçların altında onları aramaktayım. Bulur muyum? Umutlar bitmese övünç ve sevinçle arayacağım...
Kars DOLUNAY Derneği Engelliler Birim Başkanı Faruk OCAK
Her üniversite savaştan çıkmış gibi... Savaştan çıkmış gibi üniversiteler sadece taş bina olurken, profesörlerimiz de bilimin perhizi içinde... Endişe içindeyiz... Hepimiz boşa geçen günlerle kan kaybetmeye devam ediyoruz. Çırpınış ve feryadımız bilimle ilmin yokluğu… Çünkü üniversitelerimizin kapıları adeta yosun bağlamış... Yosun bağlamış kafalarda Akif ve Nazım’ın kitapları yok. Bu iki yurtsever yeni kanatlanacak gençlere yol gösterme arzuları kütüphanelerin tozlu raflarında... Gençler karşısında Akif ve Nazım hala kütüphanelerin raflarında memleket için kavga ediyor. Kavgaları memleketteki gençliğin şahsiyet ve kişiliğiyle bağımsızlığa kavuşması... Ama ikisi de hakkını savundukları gençliğin haksızlığına uğramakta. Ne acıdır ki ikisi de bugün üniversite dersliklerinde yok. Açıkçası ikisinin de memleket için sarf ettiği ve harcadığı zamana acımak gerekiyor. Çünkü mes'uliyetsiz üniversite adamlarının karşısında Akif yobaz olarak kaldı Nazım da kavgacı...
Belki ikisi de farklı cenahlarda mücadele etti. Sağın ve solun farkıyla kendilerini milliyetçilikle yüklediler... İkisi de okununca gelişmesi istenen memleket idi. Memleket evladına ciddi ve kişilikli şahsiyet kazandırmak için kendi kişiliklerini feda ederek savaştılar. İkisinde de derbederlik ve hep yorgunluk kaldı. Yorgunluk ve derbederliğe rağmen her zaman genç ve delikanlı kaldılar...
İkisi de zorluklarını bildikleri görevi severek edinmişti. Edep ve edebiyatla beraber memleket için kavgaları hiçte eksik olmadı. Ben de edip ve edebiyatla memleketimin kurtuluşuna hayatlarını vakfedenlerden edebiyatla birlikte mücadele etmeyi öğrendim... Sefaleti yüklenmiş, maddiyattan ve iyi yaşam şartlarından ikisi de yoksunken, ben de öyle kaldım... Daha doğrusu toplumu iyi haslet ve iyi şartlara kavuşturmak için olanların bitmeyen mücadele dolu kavgaları... Ne yazık ki sefaleti yüklenerek kendilerini insanlığa feda eden iki kişi olarak kitaplarda kaldılar.
Benim de içimdeki aydınlık, onların kitaplarının aydınlığı idi. Yıllar yılları kovalarken, onların kitaplarında aydınlığı aradım. Ve beni aydınlatan ışıklarını yazıya dökmek istedim. Eğer kitaplarının ışığında intibak kabiliyetim olmasaydı niye onlarla uğraşacaktım ki? Peki benim satırların muhatabı kim olacak? Arkadaşlar okuyor muydu? Arkadaşlarıma her zaman süslü oyuncaklar alınmıştı. Bana da almışlar mıydı? Almışlarsa da hiç hatırlamıyorum. Karşımda oyuncaklı arkadaşlar hep kibirli ve hep yeni görmüşler gibiydiler... Ve yeni görmüşleri oyuncaklarıyla bırakıp onların yerine kitaplara sarıldım. Sarılmam bana mükafat oldu. Sakin bir hayattan zorluklarıyla debdebeli bir hayata geçer gibi başakları süslemek için gerçekleri aramaya başladım. Gerçekler kızgın ateşti. Ateşteki yüreğimi müşfik yazarların avuçlarında dinlendirmeye bırakmak için ayaklandım. Ama benimki hep meçhul ve hep kabul görmeyen yazarlık oldu. Allah da biliyor ki satırlarımda hep haklı söz sahibi olarak kalmak istedim. Birbirine benzeyen ve benzemeyen satırların inceliklerinde gerçeklerle beraber şüphelerimi de araştırdım. İnce noktaları ve ayrıntılarda gizli olan gerçekleri birbiriyle sadece konuşturmak oldu görevim. Görevimle yılların sisi ardında unutulmuşken, yine de arkadaşların çehrelerini hatırlar gibiyim. Cıvıl cıvıl olan arkadaşların hizmet aşkı yokken, kabul görmesem de kabulü beklenecek kadar da samimi ve dürüstlüktü benimki... Eğer fırsat verilseydi belki de fidan iken, gittikçe büyüyen ağaç olacaktım. Kabul görüp arkadaşların bir dostu olarak yine de meyveli ağaçların altında onları aramaktayım. Bulur muyum? Umutlar bitmese övünç ve sevinçle arayacağım...